Penceremi Montparnasse' a doğru açmış, bu kendi
hayat sahnemde ve bahçelik alanım da, her yerinde
"haç ağaçlarının bittigi bu bahçede,
Yahudiler ve Ferisilerin işbirlğiyle, bu yüzyılın
Roma'nın sezarlarıyla elbirligi ederek,
Yahuda'sının ihaneti
sonucunda her biri çarmıha gerilmiş birer Mesih olan,zeus'un dokuz güzel kızını seyrediyorum. Güzellik ve sanat tanrıça larınin Kabesi, aşk, güzellik ve insanlık dolu yüreklerin mabudu olan Parnasse Dağının o yüksek zirveleri şimdi, Parnasse Mezarlığının şu değersiz yaygısına dönüşmüştür. ölüm ve korku çukuru; yüreğimin nefret ettiği, kendi aslından koparılmış dal şimdi Montparnasse içine düşmüş
çok uzaklardan, Seine'in kıyısında, sanatsal mucizesi gözlerimizi buyüleyen yüksek
ve güzel Eyfel Kulesi gorünüyor.
ama geceleri, üzerinde hiç yorulmadan art arda dönüp duran ıssız odamın karanlık ortamını göz kamaştırıcı ışıklarıyla aydınlatan döner projektoru, nicedir sönmüş
hayret! Ben bu demir kulenin boyunda, her an daha fazla, her göz kırpmada daha açık mabedin altin minaresinin tepesini görüyorum ! hayret ! Sanki doğunun uzaklarından, uzak bir sabahtan
senden uzakta, ama benimle yüz yüze, nasıl desem, içimde çölün susuz ve suskun kıyılarından başını uzatarak, her an yağı artan yarı sönük bir kandil gibi ,sürekli olarak büyüyor , altın dalları ufkun duvarlarının arkasından gökyüzüne uzanıyor . Her yandan, ufku kadar eteklerini yaymış olan bu çölün ortasında dokuz asır sonra,hızlı bir atlının tozları kalkmış, Rüzgar ayaklı doru atının üstünde, gün doğumunun tepelerinden aşağı inerek tan vaktinin coşkun pınarını yarıp ışık caddesinde koştura koştura ilerliyor. Gönlümün her an başka bir heyecana kaptıran nal seslerinin darbelerini, yerin sırtında duyuyorum.
bir ezan sesi yükseliyor kulenin bogazindan! Ne tuhaf! seine gözüme bazen bembeyaz Indus gibi, bazen kızıl bir ırmak gibi
bazen de yeşil Fıratın ateşli, hatıraları canlandıran kıvrımlar gibi görünüyor. Ne ilginç! Güneş,.Magrip denizine gömüldü
! Ne zordur bu pencerenin önünde durmak
Simdi, görüyorum ki gecenin sakin perdesinin ardında
Bu gecenin ıssız bir köşesinde, bu sessiz ve sonsuz gurbette, bu şehrin mezarlığa dönmüş montparnasse'ına açılan pencerenin önünde durmuşum. Bakışlarım bu tozun toprağın derinliklerinde kaybolmuş; yureğim vahşi bir kuş gibi, benden kaçıp, o özgür mutlu iki kırlangıçla kanat kanada uçmak için kendisini çılgınca duvardan duvara vuruyor. Bense onu tutmak için kafesini iki elimle sımsıkı tutmuşum
! Ne zordur bu pencerenin önünde durmak
ﭼﻪ ﺷﺒﯽ اﺳﺖ! ﭼﻪ ﻟﺤﻈﻪ ﻫﺎي ﺳﺒﮏ و ﻣﻬﺮﺑﺎن و ﻟﻄﯿﻔﯽ، ﮔﻮﯾﯽ در ﻓﻀﺎﯾﯽ ﭘﺮ
از ﺷﺮاب ﻧﻔﺲ ﻣﯽ زﻧﻢ، ﮔﻮﯾﯽ در زﯾﺮ ﺑﺎران ﻧﺮم ﻓﺮﺷﺘﮕﺎن ﻧﺸﺴﺘﻪ ام،
ﻣﯽ ﺑﺎرد و ﻣﯽ ﺑﺎرد
و ﻫﺮ ﻟﺤﻈﻪ ﺑﯿﺸﺘﺮ ﻧﯿﺮو ﻣﯽ ﮔﯿﺮد. ﻫﺮ ﻗﻄﺮه اش ﻓﺮﺷﺘﻪ اي اﺳﺖ ﮐﻪ از
آﺳﻤﺎن ﺑﺮ ﺳﺮم ﻓﺮود ﻣﯽ آﯾﺪ. ﭼﻪ ﻣﯽ داﻧﻢ؟ ﺧﺪا اﺳﺖ ﮐﻪ دارد ﯾﮏ رﯾﺰ
ﻏﺰل ﻣﯽ ﺳﺮاﯾﺪ، ﻏﺰﻟﻬﺎي ﻋﺎﺷﻘﺎﻧﻪ ﻣﻬﺮﺑﺎن و ﭘﺮﻧﻮازش، ﻫﺮ ﻗﻄﺮه اﯾﻦ ﺑﺎران
ﮐﻠﻤﻪ اي از آن ﺳﺮودﻫﺎ اﺳﺖ.
ﭼﻪ ﺷﺒﯽ! ﭼﻘﺪر در ﻫﻤﯿﻦ دﻧﯿﺎ ﻣﯽ ﺗﻮاﻧﺪ ﺷﺎدي ﻫﺎي ﺑﺰرگ ﭘﺪﯾﺪ آﯾﺪ؛ ﭼﻘﺪر
زﻧﺪﮔﯽ اﺳﺘﻌﺪاد دارد ﮐﻪ ﺧﻮﺷﺒﺨﺘﯽ ﻫﺎي ﺑﺰرگ ﺑﯿﺎﻓﺮﯾﻨﺪ، ﺷﻮق و ﺷﻮر و
ﻫﯿﺠﺎن و ﺳﯿﺮاﺑﯽ و ﺳﯿﺮاﺑﯽ ﭘﺮ و ﮔﺮم و ﺷﯿﺮﯾﻦ ﺑﺴﺎزد؛ ﺑﻪ ﻫﻤﺎن اﻧﺪازه
ﻋﻤﯿﻖ، ﺷﺪﯾﺪ، ﺳﻨﮕﯿﻦ، ﭘﻬﻨﺎور، ﺑﻠﻨﺪ، ﯾﮏ دﺳﺖ، ﺷﮕﻔﺖ ﮐﻪ رﻧﺞ ﻫﺎﯾﺶ!
اﻣﺎ اﻓﺴﻮس ﮐﻪ ﻧﻤﯽ داﻧﻢ ﭼﺮا ازﯾﻦ ﮐﺎر ﻫﻤﯿﺸﻪ درﯾﻎ ﻣﯽ ﮐﻨﺪ، ﺑﯿﺸﺘﺮ
ﻣﯽ ﺧﻮاﻫﺪ ﮐﻪ رﻧﺞ ﺑﺮﯾﺰد، ﺗﻠﺨﯽ و ﻏﻢ و ﻏﺮﺑﺖ و ﻋﻄﺶ و اﺳﺎرت
و ﺣﺮﻣﺎن و آزار و ﺷﮑﻨﺠﻪ را ﺑﯿﺸﺘﺮ ﻣﯽ ﭘﺴﻨﺪد، ﻧﻪ، ﺷﺎدي ﻫﻢ ﻣﯽ
آﻓﺮﯾﻨﺪ و ﺑﺴﯿﺎر اﻣﺎ ﺑﯿﺸﺘﺮ ﺑﺮاي ﻣﺮدم اﻧﺪك، آدم ﻫﺎي ﮔﻨﺠﺸﮑﯽ ﮐﻪ
ﺑﺎ ﯾﮏ داﻧﻪ ﺗﻮت ﭘﺮﭘﺮ ﻣﯽ زﻧﻨﺪ و ﺟﯿﻎ ﺷﻮق ﻣﯽ ﮐﺸﻨﺪ، ﺑﺮاي دل
ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ ﻋﻄﺸﯽ ﺑﻪ دﯾﻮاﻧﮕﯽ و ﺳﻮزاﻧﯽ ﻋﻄﺶ ﮐﻮﯾﺮﻫﺎي ﺳﻮﺧﺘﻪ دارﻧﺪ،
ﻧﯿﺎزي ﺑﻪ ﻋﻈﻤﺖ ﻣﻠﮑﻮت دارﻧﺪ و دل ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ اﯾﻤﺎن ﻫﺎي زﯾﺒﺎ و ﺷﮕﻔﺖ و
ﻣﺘﻌﺎﻟﯽ ﻣﯽ ﭘﺮورﻧﺪ
، دل ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ اﺳﺘﻌﺪاد ﺧﺎرق اﻟﻌﺎده
در دوﺳﺖ داﺷﺘﻦ دارﻧﺪ، دل ﻫﺎﯾﯽ
ﮐﻪ دﺳﺖ اﻧﺪرﮐﺎر آﻓﺮﯾﻨﺶ زﯾﺒﺎﯾﯽ ﻫﺎﯾﯽ ﻫﺴﺘﻨﺪ
ﮐﻪ آﻓﺮﯾﻨﺶ از ﺧﻠﻘﺶ ﻋﺎﺟﺰ اﺳﺖ، ﺑﺮاي اﯾﻦ دل ﻫﺎ ﮐﺎري ﻧﻤﯽ ﮐﻨﺪ. اﯾﻦ ﻫﺎ ﻫﻤﭽﻨﺎن
و ﻫﺮ ﻟﺤﻈﻪ ﺑﯿﺸﺘﺮ ﻧﯿﺮو ﻣﯽ ﮔﯿﺮد. ﻫﺮ ﻗﻄﺮه اش ﻓﺮﺷﺘﻪ اي اﺳﺖ ﮐﻪ از
آﺳﻤﺎن ﺑﺮ ﺳﺮم ﻓﺮود ﻣﯽ آﯾﺪ. ﭼﻪ ﻣﯽ داﻧﻢ؟ ﺧﺪا اﺳﺖ ﮐﻪ دارد ﯾﮏ رﯾﺰ
ﻏﺰل ﻣﯽ ﺳﺮاﯾﺪ، ﻏﺰﻟﻬﺎي ﻋﺎﺷﻘﺎﻧﻪ ﻣﻬﺮﺑﺎن و ﭘﺮﻧﻮازش، ﻫﺮ ﻗﻄﺮه اﯾﻦ
ﺑﺎران ﮐﻠﻤﻪ اي از آن ﺳﺮودﻫﺎ اﺳﺖ.
ﭼﻪ ﺷﺒﯽ! ﭼﻘﺪر در ﻫﻤﯿﻦ دﻧﯿﺎ ﻣﯽ ﺗﻮاﻧﺪ ﺷﺎدي ﻫﺎي ﺑﺰرگ ﭘﺪﯾﺪ آﯾﺪ؛
ﭼﻘﺪر زﻧﺪﮔﯽ اﺳﺘﻌﺪاد دارد ﮐﻪ ﺧﻮﺷﺒﺨﺘﯽ ﻫﺎي ﺑﺰرگ ﺑﯿﺎﻓﺮﯾﻨﺪ، ﺷﻮق و
ﺷﻮر و ﻫﯿﺠﺎن و ﺳﯿﺮاﺑﯽ و ﺳﯿﺮاﺑﯽ ﭘﺮ و ﮔﺮم و ﺷﯿﺮﯾﻦ ﺑﺴﺎزد؛ ﺑﻪ ﻫﻤﺎن
اﻧﺪازه ﻋﻤﯿﻖ، ﺷﺪﯾﺪ، ﺳﻨﮕﯿﻦ، ﭘﻬﻨﺎور، ﺑﻠﻨﺪ، ﯾﮏ دﺳﺖ، ﺷﮕﻔﺖ ﮐﻪ رﻧﺞ ﻫﺎﯾﺶ!
اﻣﺎ اﻓﺴﻮس ﮐﻪ ﻧﻤﯽ داﻧﻢ ﭼﺮا ازﯾﻦ ﮐﺎر ﻫﻤﯿﺸﻪ درﯾﻎ ﻣﯽ ﮐﻨﺪ، ﺑﯿﺸﺘﺮ ﻣﯽ ﺧﻮاﻫﺪ
ﮐﻪ رﻧﺞ ﺑﺮﯾﺰد، ﺗﻠﺨﯽ و ﻏﻢ و ﻏﺮﺑﺖ و ﻋﻄﺶ و اﺳﺎرت و ﺣﺮﻣﺎن و آزار و
ﺷﮑﻨﺠﻪ را ﺑﯿﺸﺘﺮ ﻣﯽ ﭘﺴﻨﺪد، ﻧﻪ، ﺷﺎدي ﻫﻢ ﻣﯽ آﻓﺮﯾﻨﺪ و ﺑﺴﯿﺎر اﻣﺎ ﺑﯿﺸﺘﺮ ﺑﺮ
اي ﻣﺮدم اﻧﺪك، آدم ﻫﺎي ﮔﻨﺠﺸﮑﯽ ﮐﻪ ﺑﺎ ﯾﮏ داﻧﻪ ﺗﻮت ﭘﺮﭘﺮ ﻣﯽ زﻧﻨﺪ و
ﺟﯿﻎ ﺷﻮق ﻣﯽ ﮐﺸﻨﺪ، ﺑﺮاي دل ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ ﻋﻄﺸﯽ ﺑﻪ دﯾﻮاﻧﮕﯽ و ﺳﻮزاﻧﯽ
ﻋﻄﺶ ﮐﻮﯾﺮﻫﺎي ﺳﻮﺧﺘﻪ دارﻧﺪ، ﻧﯿﺎزي ﺑﻪ ﻋﻈﻤﺖ ﻣﻠﮑﻮت دارﻧﺪ و دل
ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ اﯾﻤﺎن ﻫﺎي زﯾﺒﺎ و ﺷﮕﻔﺖ و ﻣﺘﻌﺎﻟﯽ ﻣﯽ ﭘﺮورﻧﺪ، دل ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ
اﺳﺘﻌﺪاد ﺧﺎرق اﻟﻌﺎده در دوﺳﺖ داﺷﺘﻦ دارﻧﺪ، دل ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ دﺳﺖ
اﻧﺪرﮐﺎر آﻓﺮﯾﻨﺶ زﯾﺒﺎﯾﯽ ﻫﺎﯾﯽ ﻫﺴﺘﻨﺪ ﮐﻪ آﻓﺮﯾﻨﺶ از ﺧﻠﻘﺶ ﻋﺎﺟﺰ اﺳﺖ،
ﺑﺮاي اﯾﻦ دل ﻫﺎ ﮐﺎري ﻧﻤﯽ ﮐﻨﺪ. اﯾﻦ ﻫﺎ ﻫﻤﭽﻨﺎن
Ne gece ama! Ne kadar hafif, sevecen ve tatlı anlar bunlar
Sanki şarap dolu bir havada nefes alıyorum. Sanki meleklerin yumuşacik yağmuru altında oturmuş gibiyim; yağdıkça yağıyor her an daha da şiddetleniyor.
Her damlası, gökten başıma düşen bir melek.
Ne bileyim işte
Sanki Tanrı hiç durmadan gazel Söylüyor, romantik, sevimli, okşayış dolu gazeller; bu yağmurun her damlası,
o şarkıların bir kelimesi Ne gece ama
şu dünyada ne kadar büyük sevinçler meydana getirmeye, hayat, ne kadar büyük mutluluklar, dolu dolu sıcak tatlı şevkler,
heyecanlar, tokluklar ve doyumlar yaratma yeteneğine sahipse,
aynı ölçüde derin, siddetli, ağır ,geniş ,yüksek , benzer ve ilginç acıları vardır.
ne yazıkki ne yazıkki bu işi hep esirgerde, çok zaman , acılar yağdırmak ister neden acıdan üzüntüden gurbetten ,susuzluktan ,tutsaklıktan susuzluktan tutsakliktan, mahrumiyetten ve eziyetten işkenceden daha cok hoşlanır bilmem
Yok yok sevinçler de yaratir, hem de pek cok: ama az sayıda insan için bir dut tanesi için pırpır eden, sevinç çığlıkları atan
bir serçeye benzeyen insanlar için.
Yanık çöllerin susuzlugunun çılgınlığına yakıcılığına benzeyen bir susuzluğa sahip olan melekutun yüceliğine ihtiyaç duyan,
guzel, hayret verici yüksek imanlar besleyen ;sevmede olağan üstü yetenekleri olan, kainatın kainatın bile yaratmaya güç yetiremediği güzellikler yaratan gönüller için bu gönüller için bir şey yapmaz
در اﯾﻦ ﺑﺎزار ﭘﺴﺖ ﻋﺸﻖ ﻫﺎ و ﻧﯿﺎزﻫﺎ و ﺣﺮف ﻫﺎ و زﯾﺒﺎﯾﯽ ﻫﺎي روزﻣﺮه ارزان ﻗﯿﻤﺖ ﺑﺎﯾﺪ ﺗﻨﻬﺎ ﺑﻤﺎﻧﻨﺪ و اﺳﺎﻃﯿﺮ ﺑﺴﺎزﻧﺪ.
اﺳﺎﻃﯿﺮ ﻧﯿﺎز روح ﻫﺎﯾﯽ اﺳﺖ ﮐﻪ ﺗﺎرﯾﺦ ﺳﯿﺮﺷﺎن ﻧﻤﯽ ﺗﻮاﻧﺪ ﮐﺮد.
ﻧﻪ، ﺣﯿﻒ اﺳﺖ اﯾﻦ ﺗﺐ ﺷﯿﺮﯾﻦ و ﮔﺮم و ﺧﻮب را ﺑﺎ اﯾﻦ ﺣﺮف ﻫﺎي ﺗﻠﺦ و ﺳﺮد ﺧﺮاب ﮐﻨﻢ! ﭼﻪ ﺣﺎﻟﯽ اﺳﺖ! ﭼﻘﺪر ﺗﻨﻢ داغ ﺷﺪه اﺳﺖ، ﺷﻘﯿﻘﻪ ﻫﺎﯾﻢ ﻣﯽ زﻧﺪ، ﺳﺮم ﺳﻨﮕﯿﻦ ﺷﺪه اﺳﺖ، ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ ﯾﮏ ﻣﺎده ﺗﻨﺪ اﻓﯿﻮﻧﯽ ﺧﻮرده ام، ﮐﻤﯽ ﮔﯿﺞ و ﮐﻤﯽ ﻧﺸﺌﻪ و ﮐﻤﯽ ﻣﺴﺖ و ﮐﻤﯽ ﺑﯿﻬﻮش و ﮐﻤﯽ ﻣﺪﻫﻮش و ﺧﯿﻠﯽ... ﻧﻤﯽ داﻧﻢ... ﺧﯿﻠﯽ
ﺣﺎﻟﻢ ﺧﻮب اﺳﺖ! ﺧﯿﻠﯽ
ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ ﻫﻤﻪ ذرات ﻋﺎﻟﻢ دارﻧﺪ ﻣﺮا ﻣﯽ ﺳﺘﺎﯾﻨﺪ، ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ ﻫﻤﻪ ﺳﺘﺎره ﻫﺎي آﺳﻤﺎن از اﯾﻦ ﮐﻪ ﻣﯽ ﺑﯿﻨﻨﺪ اﻣﺸﺐ ﺧﯿﻠﯽ ﺧﻮﺷﺤﺎﻟﻢ ﺧﻮﺷﺤﺎﻟﻨﺪ، آﺧﺮ ﻫﯿﭻ وﻗﺖ آﻧﻬﺎ، ﺑﻪ ﺧﺼﻮص ﺷﺐ ﻫﺎ، اﯾﻦ وﻗﺘﻬﺎ، در اﯾﻦ ﺳﺎﻋﺖ ﻫﺎي ﺗﺎرﯾﮏ و ﺧﺎﻣﻮش و ﺧﻠﻮت، ﻣﺮا اﯾﻦ ﭼﻨﯿﻦ ﻧﺪﯾﺪه اﻧﺪ. ﻫﻤﯿﺸﻪ ﭘﺮﯾﺸﺎن و ﻧﻮﻣﯿﺪ و ﮔﺮﻓﺘﻪ و ﻏﻤﮕﯿﻦ و ﺗﻠﺦ و ﻋﺒﻮس
ﺑﻮده ام، ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ آﺳﻤﺎن ﭼﺘﺮي اﺳﺖ ﮐﻪ ﺧﺪاي ﻣﻬﺮﺑﺎن ﺑﺮ ﺳﺮم ﺑﺎز ﮐﺮده اﺳﺖ،ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ ﻫﻤﻪ ﻓﺮﺷﺘﻪ ﻫﺎ آﻣﺪه اﻧﺪ و دورم ﺣﻠﻘﻪ زده اﻧﺪ و ﻧﻮازﺷﻢ ﻣﯽ ﮐﻨﻨﺪ، ﻣﺜﻞ اﯾﻨﮑﻪ ﺧﺪا ﻣﺮا در ﻫﻮدﺟﯽ از ﺧﯿﺎل ﻧﻬﺎده اﺳﺖ و ﺑﺎ ﺟﺎذﺑﻪ ﯾﮏ ﻋﺸﻖ ﭘﺎك و ﺻﻤﯿﻤﯽ و ﻧﯿﺮوﻣﻨﺪ از زﻣﯿﻨﻢ ﮐﻨﺪه اﺳﺖ و ﻫﻮدﺟﻢ، ﺑﺮ ﺑﺎل ﻓﺮﺷﺘﮕﺎن ﺷﻮخ و ﺷﯿﺮﯾﻦ
زﺑﺎن، از ﻣﯿﺎن ﺳﺘﺎرﮔﺎن ﺷﺎد و ﭼﺸﻤﮏ زن ﻣﯽ ﮔﺬرد و اﮐﻨﻮن ﻓﻀﺎي ﻫﺴﺘﯽ را در ﻧﻮر دﯾﺪه ام و وارد ﻫﻮاي ﻣﻠﮑﻮت ﺷﺪه ام. اﯾﻨﮏ ﭘﻬﻨﻪ اﺑﺪﯾﺖ! اﯾﻨﮏ ﺻﺤﻨﻪ ﺑﯽ ﮐﺮاﻧﻪ ﻣﺎوراء، اﯾﻨﮏ ﺻﺤﺮاي آرام و ﺑﯽ آﻻﯾﺶ ﻋﺪم. اﯾﻨﮏ ﻃﻠﻮع ﻣﻬﺮﺑﺎن و زﻻل و ﺟﺎدوﯾﯽ ﻋﺸﻖ... اﯾﻨﮏ ﻟﺒﺨﻨﺪي ﺑﺮ ﻟﺒﺎن اﻓﻖ ﻫﺎي ﺷﺴﺘﻪ و ﺧﻮب و ﺑﯽ دﻏﺪﻏﻪ اﻣﯿﺪ و ﻋﻨﺎﯾﺖ ﺧﺪاوﻧﺪي در ﺑﺮاﺑﺮم، ﻟﺒﺨﻨﺪي ﮐﻪ ﻫﻤﻪ ﺟﺎ را ﭘﺮ از ﻧﻮر ﮐﺮده اﺳﺖ، ﮔﺮم ﮐﺮده اﺳﺖ و اﯾﻨﮏ ﺳﺎﯾﻪ اﻃﻤﯿﻨﺎن ﺑﺨﺶ ﻟﻄﻒ ﺧﺪا، اﯾﻨﮏ ﻣﻦ و ﺳﺮ ﻧﻬﺎده ﺑﺮ داﻣﺎن ﻣﻬﺮﺑﺎن ﺧﺪا، و اﯾﻨﮏ...
ﻣﻌﺒﺪ! و دﮔﺮ ﻫﯿﭻ... و... دﮔﺮ ﻫﯿﭻ!...
ﭼﻪ ﺗﺜﻠﯿﺚ زﯾﺒﺎﯾﯽ! ﭼﻪ ﺷﺐ ﺳﺮﺷﺎر از اﻋﺠﺎزي! ﭼﺮاغ ﺑﺮج اﯾﻔﻞ ﺧﺎﻣﻮش ﺷﺪه اﺳﺖ، درﯾﺎي ﻣﻐﺮب در ﺻﺤﺮاي ﻋﺪم ﻓﺮو رﻓﺘﻪ اﺳﺖ، ﺷﻬﺮ و دﯾﻮارﻫﺎ و دﯾﻮارﮔﺮاﻧﺶ ﻫﻤﻪ ﻣﺮده اﻧﺪ؛ ﻫﺴﺘﯽ دﯾﮕﺮ ﻧﯿﺴﺖ؛ ﻃﺒﯿﻌﺖ و زادﮔﺎن آﻟﻮده اش، زﻣﺎن و ﻓﺮزﻧﺪان ﺗﺒﻬﮑﺎرش ﻫﻤﻪ رﻓﺘﻪ اﻧﺪ، ﻧﻪ ﺷﺐ اﺳﺖ و ﻧﻪ دﯾﮕﺮ روز... ﻧﻪ آﺳﻤﺎن و ﻧﻪ دﯾﮕﺮ زﻣﯿﻦ، ﻧﻪ زﻣﺎن و ﻧﻪ دﯾﮕﺮ ﻣﮑﺎن، ﻧﻪ ﻣﻦ، ﻧﻪ ﻣﺎﻧﺶ، ﻧﻪ ﻗﺒﺮﺳﺘﺎن ﻣﻦ ﭘﺎرﻧﺎس. زﻣﯿﻦ ﺧﺎﮐﯽ را آﺑﯽِ زﻻل اﯾﻦ ﺳﯿﻞ ﻋﺎﻟﻤﮕﯿﺮ اﯾﻦ ﻃﻮﻓﺎن ﻧﻮﺣﯽ ﮐﻪ ﮐﻮﻫﻬﺎ و ﺷﻬﺮﻫﺎ و ﺑﺮج و ﺑﺎروﻫﺎ و زﻧﺪان ﻫﺎ و ﺑﺎزارﻫﺎ ﻫﻤﻪ را در ﺧﻮد ﻓﺮو ﻣﯽ ﺧﻮرد، ﻓﺮا ﭘﻮﺷﯿﺪه اﺳﺖ و ﻣﻦ در ﮐﺸﺘﯽ ﻧﺠﺎت، ﺗﻨﻬﺎ و آزاد، ﺑﺮ ﺳﺮ اﻣﻮاج ﻃﻮﻓﺎﻧﯽ ﮐﻪ ﻫﻤﻪ در ﺑﺮاﺑﺮم
ﺳﺮ ﺑﻪ ﺗﺴﻠﯿﻢ ﻓﺮو ﻣﯽ ﺑﺮﻧﺪ و رام ﺳﻔﺮ درﯾﺎﯾﯽ ﻣﻦ ﻣﯽ ﺷﻮﻧﺪ، ﺑﻪ ﺳﻮي ﻣﻌﺒﺪ ﻣﯽ راﻧﻢ! ﮐﻪ ﮐﻌﺒﻪ، ﻧﺨﺴﺘﯿﻦ ﺟﺎﯾﮕﺎﻫﯽ اﺳﺖ ﮐﻪ ﺳﺮ از اﻣﻮاج ﻃﻮﻓﺎن ﺑﺮداﺷﺘﻪ اﺳﺖ1! ﺳﺮﭘﻮش ﺳﻨﮕﯿﻦ و ﺧﻔﻪ آﺳﻤﺎن را از ﺑﺎﻻي ﺳﺮم ﺑﺮداﺷﺘﻪ اﻧﺪ و ﻣﻠﮑﻮت، اﺑﺪﯾﺖ و ﻣﺎوراء ﺑﺮ ﺳﺮم ﺧﯿﻤﻪ زده اﻧﺪ؛ اﻓﻖ ﻫﺎي ﺧﯿﺎل اﻧﮕﯿﺰ ﻏﯿﺐ، در ﭘﯿﺶ ﭼﺸﻤﺎن ﺣﯿﺮت زده و ﻣﺸﺘﺎﻗﻢ ﭘﺪﯾﺪار ﮔﺸﺘﻪ اﻧﺪ. و ﻣﻦ، ﺑﺮ ﭘﺸﺖ آﻓﺮﯾﻨﺶ ـ ﮐﻪ ﻫﻤﭽﻮن ﺧﻨﮓ رﻫﻮار ﺷﻮق، در زﯾﺮ ران دارم ـ ﭘﯿﺶ ﻣﯽ ﺗﺎزم و ﺷﺮق و ﻏﺮب ﻋﺎﻟﻢ دو ﺷﺎﻫﺒﺎل ﻋﻈﯿﻤﯽ ﺷﺪه اﻧﺪ ﮐﻪ از دو ﭘﻬﻠﻮي ﻣﻦ روﯾﯿﺪه اﻧﺪ و ﻣﺮا ﺑﻪ ﻧﺮﻣﯽ ﮔﺬر ﺧﯿﺎل و ﺑﻪ ﺷﺘﺎب ﭘﺮواز ﺷﻮق، ﺑﻪ ﺳﻮي ﻣﻌﺒﺪ ﻣﯽ راﻧﻨﺪ!
اﯾﻨﮏ ﻣﻌﺒﺪ! ﻗﺒﻠﻪ روﺣﯽ ﮐﻪ زﻣﯿﻦ، ﺑﻪ ﻓﺮﯾﺐ ﻫﯿﭻ دﻋﻮﺗﯽ، ﺑﻪ ﻫﯿﭻ ﺳﻮﯾﺶ ﻧﺘﻮاﻧﺪ ﺧﻮاﻧﺪ، ﮐﻌﺒﻪ دﻟﯽ ﮐﻪ آﺳﻤﺎن ﭼﺸﻤﻪ ﺟﻮﺷﺎن آن »آﻓﺘﺎب« را در آن ﮔﺸﻮد و ﺧﺪا
راز آن »ﻧﺎم ﻫﺎ« را ﺑﻪ وي آﻣﻮﺧﺖ و ﺑﺎر ﺳﻨﮕﯿﻦ آن »اﻣﺎﻧﺖ« را ﺑﺮ دوﺷﺶ ﻧﻬﺎد.
اﯾﻨﮏ ﻣﻌﺒﺪ! آﺳﺘﺎﻧﺶ ﻣﺮز ﮔﺮﯾﺰ روح ﮔﺮﻓﺘﺎر، زﻧﺪاﻧﯽ ﺗﻨﻬﺎي زﻣﯿﻦ، ﭘﺮﻧﺪه ﻏﻤﮕﯿﻨﯽ آﺳﻤﺎن ﭘﺮواز، در ﺟﻤﻊ زاﻏﺎن و ﻻﺷﺨﻮران ﻣﺴﺖ از ﻣﺮدار، زﻣﯿﻨﺶ، ﯾﺎدآور ﺳﺮزﻣﯿﻦ زادﮔﺎه ﻧﺨﺴﺘﯿﻦ، ﺑﻬﺸﺖ آﺳﻤﺎﻧﯽِ آواره اي ﺗﺒﻌﯿﺪي اﯾﻦ ﻏﺮﺑﺖ
bunlar bayağı gündelik aşkların ,
ihtiyaçların ,sözlerin ve güzelliklerin pazarında öylece
tek başlarına kalmak ve efsaneler üretmek zorundadırlar.
efsaneler tarihin doyuramadığı ruhların ihtiyacıdır.
Hayır, bu tatlı, sıcak ve güzel harareti,
bu acı ve soguk sözlerle mahvetmem yazıktır.
Bu nasıl bir hal? Vücudum ne kadar ateşlenmiş!
Şakaklarım zonkluyor, başım ağırlaşmış; sanki afyona
benzer bir şey almışım; biraz sersem, biraz neşeli,
biraz sarhoş biraz baygın, biraz şaşkın, çok -bilmiyorum-
çok iyiyim, çok
Sanki kainatın bütün zerreleri beni övüyor,
gökyüzündeki bütün yıldızlar, bu gece benim
çok mutlu olduğumu görmekten mutlular Ne de olsa
onlar beni, özellikle de geceleri, bu zamanlarda,
bu karanlık, sessiz ve ıssız saatlerde
hiç böyle görmemişlerdir. Hep perişan, umutsuz, tutuk,
üzgün,
acılı ve somurtkan
olmuşumdur. Sanki gökyüzü,
merhamet sahibi Tanrının üzerime açtığı bir şemsiye;
sanki butun melekler gelmis, etrafımda halka olmus,
beni okşuyorlar. Tanrı beni bir hayal mahfesine koymuş,
temiz, samimi, güçlü bir aşkın cezbesiyle
yerden havalandırmıştır. mahfem, tatlı
dilli şen şakrak meleklerin kanatları üzerinde,
sevinç içinde göz kırpan yıldızların arasından geçiyor.
Sanki ben şu anda varlığın uzayını kat edip melekutun
hava sahasına girmiş gibiyim. işte sonsuzlugun yaygısı işte
yokluğun huzurlu ve kirlere bulanmamış sahrası .
işte aşkın sevecen, berrak ve büyüleyici doğuşu .
işte karşımda ilahi umudun ve inayetin yıkanmış ,
güzel ve dağdağasız ufuklarının dudaklarında
beliren tebessüm her yeri nurla doldurmuş ,
ısıtmış bir tebessüm !
işte Tanrı’nın güven verici lutfu gölgesi ve işte tanrı’ nın
müşfik dizlerine başını koymuş. olan ben ve işte mabet!
başka bir hiçbirşey yok ..başka bir şey yok …!
ne güzel bir üçleme ne mucizelerle dolu bir gece !
eyfel kulesinin ışığı sönmüş,
mağrip denizi yokluk çölüne batmış;
şehir duvarları,o ağır duvarları tümüyle ölmüş;
artık varlık yok ;
tabiat ve onun doğurduğu pis çocukları hepten gitmiş.
artık ne gece var ne gündüz. artık ne gökyüz ne yeryüzü ;
artık ne zaman var ne mekan ;artık ne ben varım ne
manche ,
nede montparnasse mezarlığı bu toprak yeryüzünü,
dağları,şehirleri,burçları,,
surları zindanları,çarşıları tümüyle yutan nuh tufanının,
bütün dünyayı saran selinin tertemiz suları kaplamış.
Bense kurtuluş gemisinde yalnız ve özgür bir halde ,
bana karşı tümüyle teslim boynunu eğerek,
deniz yolculuğuma eşlik tufan dalgalarının üzerinde
mabede doğru yol alıyorum! kabe! tufan dalgalarının
arasında
başını kaldırmış.melekut ,sonsuzluk ve mavera başımın
üzerine çadır kurmuş.;
gaybın hayaller kurduran ufukları şaşkın ve
özlemli gözlerimin
önünde beliri vermiştir.Bense kalçalarımın altında şevkle
koşan bir ata benzeyenkainatın sırtına binmiş koşuyorum.
Dünyanın doğusu ile batısı,iki yanımdan çıkmış.
iki büyük kanada dönüşmüş.,
bir hayal geçişinin inceleğinde,bir özlem uçuşunun hızında ,
beni mabede doğru sürüklüyorlar.
işte mabet! yeryüzünün ,
hiçbir davetin aldatmacasıyla hiçbir yöne çağıramadığı
bir ruhun kıblesi ;gökyüzünün o kaynayan güneş çeşmesini
içinde açtığı ,Tanrı’nın ona o “adların” sırrını öğrettiği,
o “emanetin” ağır yükünü omuzlarına yüklediği
bir gönlün kabesi.
işte mabet ! eşiği,tutuklu bir ruhun kaçış sınırı ;
yeryüzünün yalnız mahkumu ,pislik yiyerek kendinden geçmiş
kargalar ve leş yiyiciler arasında uçuş göğünün
gamlı kuşu ;zemini ,ilk doğum ülkesini hatıra getiren ,
bu gam yüklü gurbet sürgünündeki
bir avarenin semavi cenneti ;
ﻤﺒﺎر؛ دﯾﻮارش ﺗﮑﯿﻪ ﮔﺎه ﺳﺮي در ﮔﺮو درد؛ ﻓﻀﺎﯾﺶ ﻧﺰﻫﺘﮕﻪ رﻫﺎﯾﯽ ﺟﺎﻧﯽ
در ﺑﻨﺪ؛ ﻫﻮاﯾﺶ ﺳﺮﺷﺎر از ﻋﻄﺮ ﺧﻮش ﯾﺎد و ﻣﺤﺮاﺑﺶ داﻣﻦ ﻣﺤﺮم اﺷﮏ؛ ﻣﯿﻌﺎدﮔﻪ
روح و ﺧﺪاوﻧﺪ؛ آﻏﻮش ﮔﺸﻮده اﻧﺘﻈﺎر، ﭼﺸﻢ ﺑﻪ راه ﻋﺎﺑﺪي ﺗﻨﻬﺎ؛ ﭼﺸﻢ در دل
دو ﺧﺘﻪ، دل در آﻓﺘﺎب ﮔﺸﻮده اي ﮐﻪ از ﺳﺎﺣﻞ ﺳﺮد درﯾﺎي ﺳﻨﮕﺪل ﻣﻐﺮب،
از ﻗﻠﻪ ﻣﺘﺮوك و ﺳﺮ ﺑﺮﮐﺸﯿﺪه ﭘﺎرﻧﺎس، از ﮐﻨﺎر ﺑﺮج »اﻓﺮاﺷﺘﻪ« اﻣﺎ »ﺧﺎﻣﻮش
« اﯾﻔﻞ، از ﮐﺸﻮر ﭼﺸﻤﻪ و ﺑﺎران، ﻏﻮﻏﺎي ﺷﻬﻮت و ﺷﺮاب، اﻗﻠﯿﻢ ﭘﺮاﻗﺘﺪار وﯾﺮژﯾﻞ،
از ﺳﺎﯾﻪ ﻣﻌﺒﺪ ﺧﺎﻟﯽ و ﺧﺎﻣﻮش آن ﭘﺎﻧﺘﺌﻮن دروﻏﯿﻦ، از ﮔﻮرﺳﺘﺎن ﻏﻤﺰده دﺧﺘﺮان
ﻣﺼﻠﻮب زﺋﻮس... ﺑﺎ دﻟﯽ ﺳﺮﺷﺎر، اﻣﺎ دﺳﺖ ﻫﺎﯾﯽ ﺗﻬﯽ
ـ ﭼﻮن دو »ﺑﻼﺗﮑﻠﯿﻔﯽِ« آواره در زﻣﯿﻦ، ﭼﻮن دو ﭘﺮﺳﺘﻮي ﺑﯽ ﺑﻬﺎر،
ﺳﺮاﺳﯿﻤﻪ در زﯾﺮ ﺳﻘﻒ آﺳﻤﺎن ـ ﭘﺎك ﺳﺒﮑﺒﺎر، ﺑﺮﺧﺎﺳﺖ و ﭘﻨﻬﺎن از ﭼﺸﻢ اﻧﺴﺎن ﻓﺮوﺷﺎن وﺣﺸﯽ و زﻧﺪه در ﮔﻮرﮐﻨﺎن
ﺟﺎﻫﻠﯿﺖ وﺣﺸﺖ، در آن »ﻋﻘﺒﻪ«ﻫﺎي ﺳﺨﺖ و در آن ﺷﺐ ﻫﺎي ﭘﺮﻫﻮل ـ ﮐﻪ ﺑﯿﻢ ﺟﺎن در آن ﺑﻮد و ﻣﺮﮔﺒﺎرﺗﺮ
«از ﻣﺮگ در ﮐﻤﯿﻦ ـ ﭘﯿﻮﻧﺪ »ﻧﺼﺮت« ﺑﺴﺖ و ﭘﯿﻤﺎن »ﻫﺠﺮت«؛ و ﯾﮏ ﭼﻨﺪ
در »ﻏﺎر
درﻧﮓ ﮐﺮد و دﻟﺶ ـ ﮐﻪ ﺗﻨﻬﺎ »ﯾﺎر ﻏﺎر« و ﻫﻤﮕﺎم »ﻫﺠﺮت«ش ﺑﻮد ـ او را ﭘﯿﺎﻣﺒﺮي ﮐﺮد و او را ﮐﻪ
از ﻣﺸﺮﮐﺎن و ﻣﻨﺎﻓﻘﺎن ﻣﯽ ﻫﺮاﺳﯿﺪ، دل داد ﮐﻪ: »ﭼﻪ ﻣﯽ ﮔﻮﯾﯽ از آن
«دو ﺗﻨﻬﺎ و دو ﺳﺮﮔﺮدان و دو ﺑﯽ ﮐﺴﯽ« ﮐﻪ ﺳﻮﻣﯿﻨﺸﺎن ﺧﺪا اﺳﺖ؟»
و او از ﺧﯿﻞ »دد و داﻣﯽ ﮐﻪ او را از ﭘﺲ و ﭘﯿﺶ روان ﺑﻮدﻧﺪ«،
ﺑﻪ ﻧﯿﺮوي اﯾﻤﺎن و اﻋﺠﺎز ﻋﺸﻖ ﯾﮏ ﻣﻬﺎﺟﺮ،
رﻫﺎ ﮔﺸﺖ و ﭘﯿﻮﻧﺪﻫﺎي اﺳﺘﻮار ﺧﻮﯾﺶ را ﺑﺎ ﻗﻮم ﺑﺮﯾﺪ و رﯾﺸﻪ ﮐﻬﻦ آن
»ﺷﺠﺮه«ي ﺗﻨﺎور را ﻗﻄﻊ ﮐﺮد و دل ﺑﻪ درﯾﺎي آﺗﺶ زد و ﭘﺎ در ﻃﺮﯾﻘﺖ ﺳﻔﺮ ﻧﻬﺎد
و ﺳﯿﻨﻪ ﺗﺎﻓﺘﻪ و ﺧﻠﻮت ﺳﺎﮐﺖ اﯾﻦ ﺻﺤﺮاي آﺗﺶ ﺧﯿﺰ را ﮔﺬﺷﺖ و آراﯾﻪ ﻫﺎ را ﻓﺮو رﯾﺨﺖ
و »دﺛﺎر«ي را ﮐﻪ روﺣﺶ در آن ﭘﯿﭽﯿﺪه ﺑﻮد، ﺑﻪ ﻓﺮﻣﺎنِ ﮐَﻨَﻨﺪه وﺣﯽ، ﺑﺮ ﺗﻦ درﯾﺪ و
اﺳﻤﺎﻋﯿﻞ ﻋﺰﯾﺰ و ﺑﺖ »ﻋُﺰا«ي آزر ﺧﻮﯾﺶ را ﻫﻤﺮه آورد و از آﺗﺶ ﻧﻤﺮود و
ﺳﺎﺣﺮان ﻓﺮﻋﻮن و ﺻﻠﯿﺐ ﻗﯿﺼﺮ و ﮔﺮﮔﺎن ﯾﻮﺳﻒ و ﺑﻨﯿﺎﻣﯿﻦ و ﺷﻤﺸﯿﺮﻫﺎي ﺑﻪ ﺧﻮن
ﺗﺸﻨﻪ و ﮐﯿﻨﻪ ﺗﻮز ﻣﺸﺮﮐﺎن و ﭘﺎﺳﺪاران ﻋﺼﺒﯿﺖ ﺟﺎﻫﻠﯽ و ﺷﯿﻮخ ﻗﺒﺎﯾﻞ و اﺧﻼف
ﺑﺪاﻧﺪﯾﺸﺸﺎن ﻧﻬﺮاﺳﯿﺪ و ﺑﻪ »ﺑﻠﻌﻢ ﺑﺎﻋﻮرﻫﺎ« ﻧﻨﮕﺮﯾﺴﺖ و از ﺑﺎزارﻫﺎي ﻋﮑﺎظ و ﻣﺠﻨﻪ و
ذواﻟﻤﺠﺎز ﮔﺬر ﮐﺮد و ﻗﺎرون ﻫﺎ و ﻓﺮﻋﻮن ﻫﺎ و
ﻫﻤﻪ ﺳﻮداﮔﺮان »ﺑﺮده« و »ﺑﺖ« ﭘﯿﺶ آﻣﺪﻧﺪ و
او ﻧﻔﺮوﺧﺖ و دﯾﮕﺮان ﻫﻤﻪ ﻓﺮوﺧﺘﻨﺪ و ارزان ﻓﺮوﺧﺘﻨﺪ
و از او ﮔﺮان ﺧﺮﯾﺪﻧﺪ و او ﮐﻪ ﻧﺪاﯾﯽ در دﻟﺶ ﻣﯽ ﮔﻔﺖ ﻣﻔﺮوش
، ﻧﻔﺮوﺧﺖ و ﺳﺮ در ﭘﯿﺶ اﻓﮑﻨﺪه، ﭼﺸﻢ در زﻣﯿﻦ دوﺧﺘﻪ، دل ﺑﻪ آﺳﻤﺎن ﭘﺮداﺧﺘﻪ
، روح در روح ﻧﺎﭘﯿﺪاي ﻣﻌﺒﺪ ﭘﯿﻮﺳﺘﻪ و ﺟﺎده ﻧﻮر را ـ از او ﺗﺎ ﺻﺒﺤﮕﺎه ـ ﭘﯿﺶ ﮔﺮﻓﺘﻪ آﻣﺪ
و آﻣﺪ ﺗﺎ ﺑﻪ ﭘﺎي درﺧﺖ ﻃﻮﺑﺎي »ﺑﻮديBodhi :«
رﺳﯿﺪ و در آﻧﺠﺎ ﭘﺎﻧﺰده ﺳﺎل درﻧﮓ ﮐﺮد و ﺑﺎ ﺧﺪاﯾﺎن ﮐﯿﻨﻪ
و ﺣﺴﺪ ﺟﺒﻦ و ﺷﻬﺮت و ﻓﺮﯾﺐ و ﺧﻮدﭘﺮﺳﺘﯽ و ﻣﺮدم زدﮔﯽ و ﻧﺎم و ﻧﻨﮓ و ﺻﻼح
و ﺳﻨﺖ و ﻫﺮﭼﻪ او را از رﻓﺘﻦ ﺑﺎز ﻣﯽ داﺷﺖ و
»ﻣﺎﻧﺪﮔﺎر« ﻣﯽ ﮐﺮد و ﯾﺎ ﺑﺎزش ﻣﯽ ﺧﻮاﻧﺪ، ﺟﻨﮕﯿﺪ و ﭘﯿﺮوز ﺑﺮ آﻣﺪ و ﺑﻪ رود ﻣﻘﺪس رﺳﯿﺪ
و ﺗﻦ در آن ﻏﺴﻞ داد و ﺳﺮ ﺗﺮاﺷﯿﺪ و، در »ذواﻟﺤُﻠَﯿﻔﻪ«ي اﯾﻦ »ﻣﺪﯾﻨﻪ«، اﺣﺮام »زرد«
ﺑﺴﺖ و از »ﺟﺒﻞ اﻟﻨﻮر« ﺑﺮ آﻣﺪ و از ﻓﺮاز آن ﭼﺸﻢ ﮔﺸﻮد
duvarı acılara rehin bir başın dayanağı ;
havası ,zincire vurulmuş bir canın kurtuluş alanı ;havası ,
güzel hatıra kokularıyla
dopdolu ;mihrabı ,gözyaşlarının mahrem eteği;
tanrı ile ruhun buluşma
yeri;bekleyişin açık kucağı;
yalnız bir abidin yolunu gözlemekte ;gözün gönlünü
dikmiş.gönlünü,taş kalbli magrib denizinin soğuk kıyısından parnasse ın
terk edilmiş başı göğe ermiş doruğundan
yüksek ama sönük eyfel kulesinin yanından ,
pınarlar ve yağmurlar ülkesinden ,şehvet ve şarap
kavgasından virgile’in muktedir
diyarından ; o sahte panteounun boş ve
suskun tapınağının gölgesinden ,zeusun
çarmığa gerilmiş kızlarının
hüzünlü mezarlığından ,dopdolu bir gönül
bomboş ellerle ,yeryüzünde başıboş iki avare gibi ,baharsız iki kırlangıç gibi
,gökyüzünün altında şaşkın bir halde ,
tertemiz yükü hafiflemiş olarak
kalktı; vahşi insan tacirleriyle
vahşet cahiliyesinin diri diri
insan gömücülerinin gözlerinden
saklanarak ,o zorlu yokuşlarda can korkusu bulunan ,
ölümden daha ölümcül olanın
pusuya yattığı o korku dolu gecelerde “nusret “ bağı bağlayıp “hicret”
sözleşmesi yaptı.bir süre mağarada oyalandı;mağaradaki tek arkadaşı ve hicret
yoldaşı olan gönlü, onu bir peyagmber
yaptı. müşriklerden ve münafıklardan korkan onu “üçüncüleri tanrı olan
o iki yalnız şaşkın ve kimsesiz hakkkında ne
dersin diye yüreklendirdi.Böylece o,önden ve arkadan peşine
düşmüş olan vahşi ler ve yırtıcılar
sürüsünden, bir muhacirin imanının
gücü ve aşkının muciziyle kurtuldu. Kavmiyle olan sıkı bağlarını kopardı.
O iri gövdeli ağacın eski kökün kesti Ateş
denizlerine gönül bağlayıp sefer
yoluna koyuldu.ateşler püsküren bu çölün kavruk göğsünü ve
suskun ıssızlığını geçti. süsülerini attı. ruhunun içinde sarılı olduğu
abayı,vahyin üst baş yırtıcı buyruğu ile parçalayıp attı. sevgili ismailini
ve kendi azerinin
uzsa' sını yanına aldı . nemrudun ateşinden firavunun
büyücülerinden kayerin haçından ,yusufun ve bünyaminin kurtlarından müşriklerin
,cahiliyet asabiyetinin muhafızlarından
,kabile önderlerinden ve onların kötü düşünceli yandaşlarının kana susamış .kin
saçan kılçlarından korkmadı. bel'am-ı ba'urlara bakmadı.ukkaz ,mecenne ve zül
mecaz panayırlarından geçti. karunlar firavunlar bütün köle ve put tacirleri
yanlarına geldilerse de o satmadı. Başkaları hep sattı.hemde ucuza sattı.
ondan pahalıya almak istediler ,ama
o içinden bir ses hep satma dediği için satmadı. başını
öne eğdi. gözünü yere dikti. gönülünü göğe çevirdi. ruhunu mabedin
görünmeyen ruhuna bağladı. kendisinden tan vaktine dek uzanan nur yolunu tutup "
bodhi" tuba ağacının yanına kadar geldi. oarada onbeş yıl kadar bekledi .
kin hased ,korkaklık ,şöhret,aldatış bencillik ,halkçılık meşhurluk,maslahat ve
gelenek tanrılarıyla ,onu gitmekten alıkoyan. yerinde durduran veya geri
çağıran ve her ne varsa savaşarak yendi
ve zafere ulaştı. mukaddes ırmağa ulaştı.içinde bedenini gusletti. saçlarını
kesti. bu medinenin zul huleyfesinde sarı bir ihrama büründü.
cebelu'n-nur'a çıktı. ve onun tepesinde
gözlerini açtı
اﯾﻨﮏ درﯾﭽﻪ آﺳﻤﺎن، »ﺣﺮا«! آﻧﮑﻪ ﺧﺎﻧﻪ اﺑﺮاﻫﯿﻢ، ﮐﻌﺒﻪ!
ﺑﺖ ﭘﻮﻻدﯾﻦ در دﺳﺘﻢ و ﺷﺘﺮ زرﯾﻦ ﻣﻮي ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ در ﭘﯽ ام، ﺑﺮ
ﺧﻨﮓ ﺑﯽ ﺗﺎب ﺷﻮق ﻣﯽ راﻧﻢ و ﻧﺪاي ﻣﻠﮑﻮﺗﯽ اذان را ـ اﯾﻦ روح ﻧﺎﭘﯿﺪاي ﻣﻌﺒﺪ ﮐﻪ از ﺣﻠﻘﻮم
داﻋﯽ
آﺳﻤﺎن ﻓﺮﯾﺎد ﻣﯽ ﮐﺸﺪ ـ ﺑﻪ ﻧﺎﻟﻪ ﺷﮑﺴﺘﻪ »ﻟﺒﯿﮏ!« ﭘﺎﺳﺦ ﻣﯽ
ﮔﻮﯾﻢ.
ﺑﺖ ﭘﻮﻻدﯾﻦ در دﺳﺘﻢ! ﺑﺘﯽ ﮐﻪ ﻣﻦ ـ روح آواره ﮐﻮﯾﺮ، ﮔﺮگ
ﺗﻨﻬﺎي ﺻﺤﺮا ـ از
آزرم ﺑﻪ اﻣﺎﻧﺖ ﮔﺮﻓﺘﻪ ام و او از ﭘﺪراﻧﺶ ﺑﻪ ﻣﯿﺮاث ﮔﺮﻓﺘﻪ
ﺑﻮد.
ﺑﺘﯽ ﮐﻪ ﻋﻈﻤﺖ و ﺳﮑﻮت و آراﻣﺶ اﺑﺪي ﮐﻮﯾﺮ آﺗﺶ ﺧﯿﺰ را داﺷﺖ و
ﺻﻮﻟﺖ و ﺻﻼﺑﺖ ﺷﮑﺴﺖ ﻧﺎﭘﺬﯾﺮ ﮐﻮﻫﺴﺘﺎن ﻫﺎي ﻟﺠﻮج و ﻋﺒﻮس اﻟﺒﺮز ﮐﻮه را ـ ﮐﻪ زاده ﻣﯿﺎن ﮐﻮه
و ﮐﻮﯾﺮم ـ و در ﺳﺮﭼﺸﻤﻪ ﻫﺎي ﺑﯽ ﻧﯿﺎزي آب دﯾﺪه ﺑﻮد و در ﮐﻮره رﻧﺞ ﻫﺎي ﺑﻠﻨﺪ، آﺗﺶ
ﺧﻮرده ﺑﻮد و ﻃﻮﻓﺎن ﻫﺎي ﻫﻮﻟﻨﺎك و ﺣﺎدﺛﻪ ﻫﺎي ﺑﯽ ﺑﺎك و اﻧﻘﻼب ﻫﺎي ﺧﻮﻧﯿﻦ ﺷﻼﻗﺶ ﮐﺸﯿﺪه
ﺑﻮدﻧﺪ و ﭘﯿﮑﺮﺗﺮاﺷﺎن و ﮐﻮه ﮐﻨﺎن ﻗﻬﺮﻣﺎن ﺗﺎرﯾﺦ ﺗﯿﺸﻪ اش زده ﺑﻮدﻧﺪ و زرﻫﯽ، از آﻫﻦ ﺳﺨﺖ
ﺑﺮ ﺗﻨﺶ ﺑﺎﻓﺘﻪ ﺑﻮدم و ﺧﻮدي از ﭘﻮﻻد آﺑﺪﯾﺪه ﺑﺮ ﺳﺮش ﻧﻬﺎده ﺑﻮدم و اﯾﻦ ﭼﻨﯿﻦ ﻗﻠﻪ اي ﺷﺪه
ﺑﻮد ﻣﻬﯿﺐ و اﻓﺮاﺳﯿﺎﺑﯽ ﮔﺸﺘﻪ
ﺑﻮد روﯾﯿﻦ؛ آﻧﭽﻨﺎن ﮐﻪ ﻣﻦ اﺳﯿﺮش ﺷﺪه ﺑﻮدم و او ﻣﻌﺒﻮدم ﺷﺪه
ﺑﻮد؛ ﮐﺎرم ﻫﻤﻪ ﭘﺮداﺧﺘﻦ او و دﯾﻨﻢ ﻫﻤﻪ، ﭘﺮﺳﺘﯿﺪن او…
ﺑﺖ؟ ﺑﺖ و ﻣﻌﺒﺪ؟ ﺑﺖ آزر و اﺑﺮاﻫﯿﻢ ﺑﺖ ﺷﮑﻦ؟ ﻣﻦ اﮐﻨﻮن، در
»ﻣﻘﺎم اﺑﺮاﻫﯿﻢ«1 اﯾﺴﺘﺎده ام. ﭘﯿﺎﻣﺒﺮ ﺗﻮﺣﯿﺪم. ﺑﻨﯿﺎﻧﮕﺬار اﯾﻦ »ﺧﺎﻧﻪ«ام. ﻧﺨﺴﺘﯿﻦ ﺧﺎﻧﻪ
را ﺑﺮاي »اﻧﺴﺎن« ﻣﻦ
ﻧﻬﺎده ام
«اﯾﻦ ﻧﻪ ﻣﻦ، ﺟﺎﻫﻠﯿﺖ اﺳﺖ ﮐﻪ ﺧﺎﻧﻪ ﻣﺮا، ﺟﺎﯾﮕﺎه
»ﺣﻀﻮر« را، ﻣﯿﻌﺎدﮔﻪ »زﯾﺒﺎﯾﯽ
و »ﻋﺸﻖ« را ﺑﺘﺨﺎﻧﻪ ﮐﺮده اﺳﺖ. در ﺟﺎي ﺧﺪا، ﻻت را؛ در ﺟﺎي
روﺷﻨﺎﯾﯽ و دوﺳﺖ داﺷﺘﻦ و اﯾﻤﺎن؛ اﺳﺎف و ﻧﺎﺋﻠﻪ و ﻋﺰي را ﻧﺸﺎﻧﺪه اﺳﺖ؛ ﮐﻠﯿﺴﺎي »روح
اﻟﻘﺪس« را درﺑﺎر ﭘﺎپ؛ آﺗﺸﮕﺎه ﺷﻌﻠﻪ ﺟﺎوﯾﺪ اﻫﻮرا را ﻣﻄﺒﺦ دودزده »ﻣﻠﮑﺎ ﻣﻠﮑﺎ«! و ﻣﻌﺒﺪ
ﻧﯿﺮواﻧﺎي ﻫﻨﺪ را ﺑﺘﺨﺎﻧﻪ ﻧﻮﺑﻬﺎر ﺑﻠﺦ... ﮐﺮده اﺳﺖ.
ﻣﻦ رﺳﺎﻟﺖ ﻫﻤﻪ ﭘﯿﺎﻣﺒﺮان و ﺑﺖ ﺷﮑﻨﺎن را ﺑﺮ دوش ﻫﺎي ﻧﺎﺗﻮان
دل ﺧﻮﯾﺶ اﺣﺴﺎس ﻣﯽ
ﮐﻨﻢ. ﻣﻦ «اﻫﻞ ﺣﻖ»م، ﺑﻨﺪه ﺧﺎص ﻋﻠﯽ! اﻣﺎم راﺳﺘﯿﻦ ﻣﻦ، ﺷﯿﺮ
ﭘﯿﺮوز روزﻫﺎي
ﻣﺪﯾﻨﻪ؛ روح ﺗﻨﻬﺎ و دردﻣﻨﺪ ﺷﺐ ﻫﺎي ﻧﺨﻠﺴﺘﺎن، ﺑﺮ ﺷﺎﻧﻪ رﺳﻮل
ﺧﺪا ﺑﺎﻻ
رﻓﺖ و ﻫﻤﻪ «ﺻﻮرت ﻫﺎ» را، ﻫﻤﻪ «ﻣﺠﺴﻤﻪ ﻫﺎ»ي ﺳﻨﮕﯿﻦ و ﭼﻮﺑﯿﻦ
ﻗﺮﯾﺶ و ﻧﻘﺶ و ﻧﮕﺎرﻫﺎي زﺷﺖ و ﯾﺎدﮔﺎرﻫﺎي ﺟﺎﻫﻠﯿﺖ را و ﮐﻔﺮ را و ﺷﺮك را از در و دﯾﻮار
ﻣﻌﺒﺪش
زدود، ﺷﮑﺴﺖ، ﻓﺮو رﯾﺨﺖ
راﺳﺘﯽ، او ﻧﯿﺰ، ﭘﻨﻬﺎن از ﻧﮕﺎه ﻫﺎي ﺷﻮم ﺷﻬﺮ، دور از
«ﻓﻬﻢ»ﻫﺎي ﮐﻮﺗﺎه و آﻟﻮده و
!رﺳﻮاي ﻋﺮب، در ﻗﻠﺐ ﭘﺎك و ﻣﺤﺮم ﻣﻌﺒﺪش زاد
Aha göğün
penceresi ! hira ! aha ibrahimin evi kabe !
Elimde çelik put, arkamda kurbanlık altın tüylü deve,
yorgun özlem atını koşturuyor, ezanın melekuti çağrısına, göğe seslenen
birinin boğazindan
feryat eden bu mabedin görünmeyen
ruhuna,kısık bir "lebbeyk" iniltisiyle
karşılık veriyorum
Elimde çelik put! Çölün avare ruhu, sahranın
yalnız kurdu olan
benim Azer'den emanet, onun da
atalarından miras olarak aldığı put. Ateşler saçan
çölün sonsuz azametine, sessizligine ve dinginligine;inatçı ve somurtkan
Elburz dağlarının aşılmaz yüceligine ve sağlamlığına sahip bir
put . dağla çöl arasında doğmuş olan
benim ,istiğna pınarlarında su bulmuş.
yüksek acılar ocağında ateşler içmiş ,korkunç tufanların ,korkusuz
tufanların korkusuz olayların kanlı
devrimlerim kırbaçları
altından geçmiş olduğum ,
böylece heybetle bir zirveye
, zırhlı bir efrasyab' a dönüşmüş olan ,ben ona esir
oldukça o bana mabut
kesilen ,
işim gücüm onunla
uğraşmak imanım ona tapmak olan bir put. put mu ? put ve mabet ?
azerin putuyla put kıran ibrahimin putu mu ?
Ben şimdi ibrahimin makamında duruyorum. tevhit
peygamberiyim. Ben bu evin
kurucusuyum.
insanoğlu için ilk evi ben kurdum.
Benim evimi
,benim huzur mekanımı ,güzellikle aşkın buluşman yerini puthaneye çeviren
ben değilim. cahilliyedir. Tanrının yerine “Lat”ı;
aydınlığın ,sevginin ve imanın yerine “Esaf ,Naile ve uzza’yı dikmiş olan ;
Ruhul kuddus kilisesini papanın sarayı Ahuranın ebedi ateşkedesini
“melka melka “nın islere bulanmış mutfağı
,hint nirvenesaının tapınağını belhin nevbahar puthanesine getirenler onlar
ben bütün peygamberlerin ve put kırıcıların risaletini
yüreğimin güçcüz omuzlarında
hissediyorum. ben hak ehliyim . Alinin özel kölesiyim.o benim gerçek
imamım medine günlerinin muzaffer aslanı
ve dertli ruhu, Allah’ın elçisinin omuzlarına çıkarak kureyşin bütün
suretlerini ağır ve tahtadan
heykellerini, cahiliyenin küfrün
ve şirkin bütün iğrenç süslemelerini ve
hatıralarını mabedinin kapılarından ve
duvarlarından kazıyan ,kıran çöpe atan Ali ‘nin sahi
ya ,o da şehrin uğursuz bakışlarınadan uzakta , Arapların kıt ,
kirli ve rezil anlayışlarından uzakta
,mabedinin tertemiz ve mahrem
bağrında doğdu
ﭼﻪ »ﺗﺸﯿﻊ« زﯾﺒﺎﯾﯽ
در ﻣﻘﺎم اﺑﺮاﻫﯿﻢ اﯾﺴﺘﺎده ام و دﺳﺖ ﻫﺎي ﺳﺘﻤﺪﯾﺪه و ﺑﯽ
ﭘﻨﺎﻫﻢ را ـ ﻫﻤﭽﻮن دو »ﻧﯿﺎز ﻣﻠﺘﻬﺐ«، ﻫﻤﭽﻮن »دو ﻓﺮﯾﺎد ﻣﺠﺴﻤﯽ ﮐﻪ از دور ﮐﺴﯽ را ﺑﻪ
ﯾﺎري ﻣﯽ ﺧﻮاﻧﻨﺪ«
ﺑﻪـﺳﻮي اﯾﻦ ﭘﻬﻨﺪﺷﺖ ﺧﻔﺘﻪ ﺗﺎرﯾﺦ ﮔﺸﻮده ام و اﻧﮕﺸﺘﺎﻧﻢ را در
ﻓﻀﺎي ﻣﻬﮕﻮن اﺳﺎﻃﯿﺮ ﻓﺮو
ﺑﺮده ام و ﺑﺎ ﺳﺮاﻧﮕﺸﺘﺎﻧﻢ در آن ﺳﻮي اﻓﻖ، ﺣﺮﯾﺮ ﭘﯿﺮاﻫﻦ
زرﺑﻔﺖ ﻫﻤﻪ «ﻋﺼﺮﻫﺎي ﻃﻼﯾﯽ» را ﻟﻤﺲ ﻣﯽ ﮐﻨﻢ و، در ﺣﺎﻟﯽ ﮐﻪ ﭼﺸﻢ ﻫﺎي ﻣﺮﻃﻮﺑﻢ ﺑﺮ ﺳﺮ در اﯾﻦ
ﻣﻌﺒﺪ ﺑﺎزﻣﺎﻧﺪه اﺳﺖ ـ ﮔﻮش ﺑﻪ زﻣﺰﻣﻪ اﺳﺮارآﻣﯿﺰ ﻫﻤﻪ رﺳﻮﻻن ﻋﺎﻟﻢ دﯾﮕﺮ ﺑﺴﺘﻪ ام؛ زﻣﺰﻣﻪ
ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ ﻫﻤﭽﻮن ﺟﻮﯾﺒﺎرﻫﺎي ﺑﺎرﯾﮏ و زﻻل، از ﻏﯿﺐ ﺳﺮ ﻣﯽ زﻧﻨﺪ
ودر ﻧﻬﺮ ﺳﺮﺷﺎر و ﻧﯿﺮوﻣﻨﺪ آواي اﯾﻦ اذان ـ ﮐﻪ از ﺳﺮ ﻣﻨﺎره
اﯾﻦ ﻣﻌﺒﺪ ﻓﺮﯾﺎد ﻣﯽ ﮐﺸﺪ ﺑﻪ
ﻫﻢ ﻣﯽ ﭘﯿﻮﻧﺪﻧﺪ و، ﺑﻪ ﻧﺮﻣﯽ ﻃﻠﻮع ﺳﭙﯿﺪه ﺻﺒﺢ در ﺟﺎن ﺗﯿﺮه
ﺷﺐ، و ﺑﻪ ﮔﺮﻣﺎي
ﺣﻠﻮل ﻋﺸﻖ، در ﯾﮏ روح ﻋﻄﺸﻨﺎك و دردﻣﻨﺪ در ﻣﻦ ﺟﺮﯾﺎن ﻣﯽ
ﯾﺎﺑﻨﺪ و ﻗﻠﺐ ﺗﺸﻨﻪ ﻣﺮا، ﻫﻤﭽﻮن ﮐﻮزه ﮔﺮم و ﻏﺒﺎر ﮔﺮﻓﺘﻪ اي در زﯾﺮ ﺑﺎران، ﺷﺴﺘﻪ و ﺳﺮﺷﺎر
ﻣﯽ ﮐﻨﻨﺪ
ﺑﺖ ﭘﻮﻻد را، ﺑﺎ ﻗﺪرﺗﯽ ﮐﻪ در ﻫﻤﻪ ﮐﯿﻨﻪ ﻫﺎ، ﺧﺸﻢ ﻫﺎ و
اﻣﯿﺪﻫﺎ و اﯾﻤﺎن ﻫﺎ و ﻋﺸﻖ ﻫﺎ و ﺟﻨﻮن ﻫﺎﯾﯽ ﮐﻪ در ﻫﻤﻪ دل ﻫﺎي ﺑﺰرگ و ﻧﯿﺮوﻣﻨﺪ ﻋﺎﻟﻢ
ﺑﻮده اﺳﺖ، ﯾﮑﺒﺎره ﺑﺮ ﺳﻨﮓ زدم و ﻫﻤﭽﻮن ﺷﯿﺸﻪ اي ﺧﺎﻟﯽ، ﺑﺮ ﻗﺎﻣﺖ ﺑﻠﻨﺪ اﯾﻤﺎﻧﻢ، ﮔﻠﺪﺳﺘﻪ
زرﯾﻦ ﻣﻌﺒﺪم
ـﮐﻪ ﻫﻤﭽﻮن ﺳﺎﻗﻪ ﻧﺎزك ﺻﺒﺢ، از ﺳﯿﻨﻪ ﮐﻮه ﺳﺮ زده اﺳﺖ ـ
ﺑﺸﮑﺴﺘﻢ!
و اﮐﻨﻮن ﻧﻮﺑﺖ اﯾﻦ دوﻣﯿﻦ اﺳﺖ ﻣﻌﺒﺪ ﺗﺸﻨﻪ ﺧﻮن اﺳﺖ. ﻫﻤﯿﺸﻪ
ﭘﺮﺳﺘﺶ ﺑﺎ ﺧﻮن، ﺑﺎ ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ، ﻫﻤﺮاه ﺑﻮده اﺳﺖ. اﺳﻤﺎﻋﯿﻞ! اﯾﻦ ذﺑﯿﺢ ﻣﻘﺪس! اﺑﺮاﻫﯿﻢ را
ﺑﺒﯿﻦ. ﻓﺮزﻧﺪ دﻟﺒﻨﺪش را در ﻋﺸﻖ ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﻣﯽ ﮐﻨﺪ. ﮐﺎرد را ﺑﺮ ﺣﻠﻘﻮم ﭘﺎره ﺟﮕﺮش ﻣﯽ ﻧﻬﺪ.
ﻓﺮزﻧﺪي را ﮐﻪ ﺑﻪ ﻋﻤﺮي، ﺑﺎ رﻧﺞ ﻫﺎ
«اﺧﻼص« ﻣﯽ ﮐﻨﺪ! ﻋﺸﻖ ﻫﻤﻮاره ﺗﺸﻨﻪ «ذﺑﺢ» و
اﻣﯿﺪﻫﺎ ﭘﺮورده اﺳﺖ، ﺑﻪ دﺳﺖ ﺧﻮد
اﺳﺖ. ﻧﯿﻤﻪ روﺷﻨﻔﮑﺮان ﺑﯽ درد و دل ﺧﺮده ﻣﯽ ﮔﯿﺮﻧﺪ ﮐﻪ
ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﭼﺮا؟ ﻣﻌﺒﺪ ﺑﻪ ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﭼﻪ ﻧﯿﺎزي دارد؟ ﺧﺪا ﭼﺮا ﺧﻮن را دوﺳﺖ ﺑﺪارد؟ ﺷﮕﻔﺘﺎ!
ﺷﮕﻔﺘﺎ! ﭼﺮا ﻧﻤﯽ ﻓﻬﻤﻨﺪ؟ اﯾﻦ او ﻧﯿﺴﺖ ﮐﻪ ﺧﻮن ﻣﯽ ﻃﻠﺒﺪ، ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﻣﯽ ﺧﻮاﻫﺪ؛ اﯾﻦ ﻋﺎﺷﻖ اﺳﺖ
ﮐﻪ ﺑﺪان ﺳﺨﺖ ﻧﯿﺎزﻣﻨﺪ اﺳﺖ. ﻣﯽ ﺧﻮاﻫﺪ ﺑﻪ او، ﻧﻪ، ﺑﻪ ﺧﻮدش، ﺑﻪ دﻟﺶ، اﯾﻤﺎﻧﺶ، ﻧﺸﺎن دﻫﺪ
ﮐﻪ: «ﻣﻦ اﺳﻤﺎﻋﯿﻠﻢ را ﻧﯿﺰ ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﺗﻮ ﻣﯽ ﮐﻨﻢ»! ﻧﺸﺎن دﻫﺪ ﮐﻪ ﻣﻦ در دوﺳﺖ داﺷﺘﻦ، در
ﻣﻌﺒﺪ اﯾﻤﺎن، ﻣﻄﻠﻘﻢ! «ﻣﻄﻠﻖ»! آﻧﭽﻪ را در ﻫﻤﻪ آﻓﺮﯾﻨﺶ ﻧﯿﺴﺖ، آﻧﭽﻪ
را ﻃﺒﯿﻌﺖ از داﺷﺘﻨﺶ ﻣﺤﺮوم اﺳﺖ، از ﺳﺎﺧﺘﻨﺶ ﻋﺎﺟﺰ اﺳﺖ ﻣﻦ دارم، ﻣﻦ ﻣﯽ آﻓﺮﯾﻨﻢ. آري، اي
اﯾﻤﺎن! اي ﻋﺸﻖ! ﻣﻦ دﯾﮕﺮ ﻧﯿﺴﺘﻢ، ﻣﻦ دﯾﮕﺮ ﻧﺪارم، ﺑﺎ ﺗﻮ ﻫﯿﭻ ﭼﯿﺰ اﻧﺒﺎز ﻧﯿﺴﺖ، ﺗﻮ ﯾﮕﺎﻧﻪ
اي، ﺑﯽ ﺷﺮﯾﮑﯽ، ﺑﯽ ﻧﻈﯿﺮي، ﻫﻤﻪ ﺗﻮﯾﯽ، ﻣﻦ ﻧﯿﺰ ﻧﯿﺴﺘﻢ. ﻧﺪارم، ﻧﻤﯽ ﺧﻮاﻫﻢ؛ ﻣﻦ ﻧﻪ ﻣﺮد
دﻧﯿﺎﯾﻢ، «ﻣﻦ ﻧﻪ ﻣﺮد زن و زر و ﺟﺎﻫﻢ». ﻣﻦ ﮔﺮﺳﻨﻪ ﻣﺎﺋﺪه ﻫﺎي اﯾﻦ ﻣﺮدار ﻧﯿﺴﺘﻢ اي ﻋﺸﻖ!
ﻣﻦ ﺗﺸﻨﻪ «اﯾﻦ ﻫﻮاﻫﺎي ﻋﻔﻦ، و اﯾﻦ آﺑﻬﺎي ﻧﺎﮔﻮار» ﻧﯿﺴﺘﻢ اي اﯾﻤﺎن! ﻣﻦ اﯾﻤﺎﻧﻢ را، ﻋﺸﻘﻢ
را، ﺑﻪ زﻧﺪﮔﯽ ﮐﺮدن ﻧﯿﺰ ﻧﺨﻮاﻫﻢ آﻟﻮد. اﺧﻼص! اﺧﻼص! ﯾﻌﻨﯽ
ﻓﻘﻂ ﺗﻮ! ﯾﮑﺘﺎﯾﯽ1! ﯾﮑﺘﻮﯾﯽ...!
ﭼﮕﻮﻧﻪ اﯾﻦ را ﻧﺸﺎن دﻫﺪ؟ ﺑﺎﯾﺪ ﻧﺸﺎن دﻫﺪ. ﻧﻪ ﺑﻪ او، ﮐﻪ او
ﻣﯽ داﻧﺪ؛ ﻧﻪ ﺑﻪ ﺧﻮد، ﮐﻪ ﺧﻮد ﻣﯽ ﯾﺎﺑﺪ؛ ﻧﻪ، اﺻﻼً ﺑﻪ ﭼﻨﯿﻦ ﺗﺠﻠﯽ ﯾﯽ، ﺑﻪ ﭼﻨﯿﻦ ﻧﻤﺎﯾﺸﯽ،
ﻣﺤﺘﺎج اﺳﺖ، ﺳﺨﺖ! ﭼﻪ رﻧﺞ ﻟﺬت ﺑﺨﺸﯽ اﺳﺖ! ﭼﻪ ﻣﺴﺘﯽ ﯾﯽ دارد اﯾﺜﺎر! ﻫﺮ ﭼﻪ دردﻧﺎك ﺗﺮ،
ﺷﯿﺮﯾﻦ ﺗﺮ!
آري، ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ! ﻋﺸﻖ ﺗﺸﻨﻪ ﻣﯽ ﺷﻮد، ﺧﻮن ﺑﺎﯾﺪش داد؛ ﺳﺮد ﻣﯽ
ﺷﻮد، آﺗﺸﺶ ﺑﺎﯾﺪ زد؛ ﮔﺮﺳﻨﻪ ﻣﯽ ﺷﻮد، ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ ﺑﺎﯾﺪش ﮐﺮد. ﻋﺸﻖ ﺑﺎ ﻗﺮﺑﺎﻧﯽ، ﺑﺎ ﺧﻮن، ﻧﯿﺮو
ﻣﯽ ﮔﯿﺮد،
زﻻل ﻣﯽ ﺷﻮد، رﺷﺪ ﻣﯽ ﮐﻨﺪ، ﭘﺎك و ﺑﯽ ﻟﮏ ﻣﯽ ﺷﻮد، ﮔﺮم و
ﻧﻮراﻧﯽ ﻣﯽ ﺷﻮد... از ﻫﺮﭼﻪ ﺟﺰ ﺧﻮد زدوده ﻣﯽ ﮔﺮدد، ﻣﺠﺮد، ﺑﯽ ﻏﺸﯽ، ﺻﺎﻓﯽ، ﻧﺎب!
و اﮐﻨﻮن ﻋﯿﺪ ﻗﺮﺑﺎن اﺳﺖ...!
آي! راﺳﺖ ﻣﯽ ﮔﻮﯾﻢ. اﯾﻦ ﮐﻠﻤﺎت ﭼﻪ ﻣﯽ ﻓﻬﻤﻨﺪ؟!
ﭼﻪ ﺷﺐ دردﻧﺎﮐﯽ اﺳﺖ! ﻟﺤﻈﻪ ﻫﺎي ﺟﺎن ﮐﻨﺪن اﺳﺖ. در اﯾﻦ ﺻﺤﺮاي
ﺳﺎﮐﺖ و ﺑﯽ اﻧﺘﻬﺎي ﺳﯿﺎه، در اﯾﻦ ﺷﺐ ﭘﻬﻨﺎور و ﻧﺎﺷﻨﺎس، ﻣﺎﻧﺪه ام و ﺧﻮد را ﺑﺮ ﭘﺸﺖ
زﻣﯿﻦ، ﺗﻨﻬﺎ ﻣﯽ ﯾﺎﺑﻢ. ﭼﻪ ﻣﯽ ﮐﺸﯿﺪ آن ﭘﯿﺮ ﺑﻪ درد آﻟﻮده ﻏﻤﮕﯿﻦ، ﮐﻪ در زﯾﺮ اﯾﻦ ﺷﺒﺴﺘﺎن
ﺑﺰرگ و ﺗﻬﯽ، ﺟﺰ اﻧﻌﮑﺎس ﻓﺮﯾﺎدﻫﺎي ﺧﻮد را ﮐﻪ در زﯾﺮ ﺳﻘﻒ اﯾﻦ آﺳﻤﺎن
ﻣﯽ ﭘﯿﭽﯿﺪ ﻧﻤﯽ ﺷﻨﯿﺪ و ﻣﯽ ﻧﺎﻟﯿﺪ:
»ﺑﻪ ﮐﺠﺎي اﯾﻦ ﺷﺐ ﺗﯿﺮه ﺑﯿﺎوﯾﺰم ﻗﺒﺎي ژﻧﺪه ﺧﻮد
را؟«ﭼﻘﺪر ﺧﻮد را ﺑﺎ ﭘﯿﺎﻣﺒﺮ ﻣﺰاﻣﯿﺮ آﺷﻨﺎ ﻣﯽ ﯾﺎﺑﻢ در آن ﻟﺤﻈﻪ
ﮐﻪ ﺗﻨﻬﺎ ﺑﺮ روي زﻣﯿﻦ
اﯾﺴﺘﺎد و ﺑﺮ ﺳﺮ آﺳﻤﺎن، ﺑﻪ درد، ﻓﺮﯾﺎد زد:
!«ﻣﻦ در روي اﯾﻦ زﻣﯿﻦ ﻏﺮﯾﺒﻢ؛ اواﻣﺮ ﺧﻮد را از
ﻣﻦ ﻣﺨﻔﯽ ﻣﺪار»
در اﯾﻦ ﺧﻠﻮت ﭘﺮﻫﺮاس، ﺗﻨﻬﺎ ﺑﺎ اﯾﻦ ﺷﺐ دﯾﺮﭘﺎي ﺑﯿﮕﺎﻧﻪ
ﮔﻼوﯾﺰم و اﯾﻦ ﻗﻮم آرام ﺧﻔﺘﻪ اﺳﺖ! ﭼﻪ ﺧﺒﺮ دارد ﮐﻪ ﭼﻪ ﺧﺒﺮﻫﺎ اﺳﺖ! او در اﻧﺪﯾﺸﻪ ﺧﻮﯾﺶ
اﺳﺖ،
ﻋﺎﻗﻞ اﺳﺖ!... ﺧﻮﺷﺒﺨﺘﯽ ﺗﺨﺪﯾﺮش ﮐﺮده اﺳﺖ. »در اﻧﺘﻈﺎر ﻫﯿﭻ
ﭼﯿﺰ ﻧﯿﺴﺖ ﺟﺰ
!«رﺳﯿﺪن ﻣﺘﺮو
ﻧﻪ، ﻣﻦ ﻫﺮﮔﺰ ﻫﻤﭽﻮن آن ﺷﺎﻋﺮ ﭘﯿﺮ ﮐﻪ در ﻣﻮج ﻃﻮﻓﺎن دﺳﺖ و ﭘﺎ
ﻣﯽ زد و، ﺑﺎ دﻫﺎن ﺑﺎز و ﭼﺸﻢ ﻫﺎي از وﺣﺸﺖ درﯾﺪه، در درﯾﺎ ﻓﺮﯾﺎد ﻣﯽ ﮐﺮد و ﺳﺒﮑﺒﺎران
ﺳﺎﺣﻞ ﻫﺎ را ﺑﻪ ﮐﻤﮏ ﻣﯽ ﺧﻮاﻧﺪ ﻧﻤﯽ ﮔﻮﯾﻢ: »آي! اﻧﺴﺎن ﻫﺎ...!«. ﺑﮕﺬار ﺑﺨﻮاﺑﻨﺪ. ﻣﻦ ﺑﺎ
اﯾﻦ درﯾﺎي ﺷﺐ، ﺑﺎ اﯾﻦ ﻃﻮﻓﺎن ﻫﻮﻟﻨﺎك ﺳﮑﻮت، ﻣﯽ ﻣﺎﻧﻢ و ﮐﺴﯽ را ﺑﻪ ﯾﺎري ﻧﻤﯽ ﺧﻮاﻧﻢ، ﻧﻤﯽ
ﻧﺎﻟﻢ. در اﯾﻦ ﻣﺪﯾﻨﻪ ﺷﻮمِ ﻣﯿﻠﯿﻮﻧﻬﺎ ﻧﻔﻮس، ﺟﺰ اﯾﻦ ﺑﺮج ﺧﺎﻣﻮش ﮐﺴﯽ
را ﻧﻤﯽ ﺷﻨﺎﺳﻢ...
ﭼﮑﻨﻢ؟ ﺑﻨﻮﯾﺴﻢ ﺑﻬﺘﺮ اﺳﺖ. راﺳﺖ ﻣﯽ ﮔﻔﺖ ﺗﻮﻣﺎس وﻟﻒ: »ﻧﻮﺷﺘﻦ
ﺑﺮاي
ﻓﺮاﻣﻮش ﮐﺮدن اﺳﺖ، ﻧﻪ ﺑﻪ ﯾﺎد آوردن1«
ﭼﻪ ﺷﺐ ﭘﺮﻏﻮﻏﺎﯾﯽ اﺳﺖ! داغ ﺷﺪه اﺳﺖ. ﮐﺎش زودﺗﺮ ﺳﺤﺮ ﺑﯿﺎﯾﺪ و
ﻣﺮا از
دﺳﺖ اﯾﻦ ﺷﺐ ﺑﺮﻫﺎﻧﺪ و اﯾﻦ ﻗﻮم را از ﺑﺴﺘﺮ ﻧﺎز ﺧﻮاب ﺑﯿﺪار
ﮐﻨﺪ
ne güzel
bir “teşeyyü !”
ibrahim'in makaminda durdum, zulme uğramış
ellerimi alevlenmiş iki ihtiyaç gibi ,uzaktan birilerini yardıma çağıran iki
mücessem çığlık gibi ,tarihin bu uykulu engin ovasına doğru açmış,
parmaklarımı efsanelerin sisli atmasforine daldırmış. parmak uçlarımla ,ufkun
öte yanında ,bütün altın çağların ,altın işlemeli ipek
gömleğime dokunuyorum. yaşlı gözlerim bu mabedin taç
kapısına dikilip kalmış.şu anda bütün kainatın üzerine çadırını kurmuş olan bu
tarihin büyük sessizliği içinde öte dünyanın bütün elçilerinin esrarlı
ezgilerine , ince ve duru ırmaklar gibi ,
mechulden doğan bu mabedin minaresinin üstünden çığlıklar atan
şu ezanın güçlü ve taşkın ırmağında birleşerek
gecenin içine doğan birgün ağarışı yumuşaklığına susamış .
ve dertli ruhun içine sızan bir aşkın sıcaklığında ,içimde akmakta
susamış gönlümü,
yağmur altında sıcak ve tozlanmış bir testi gibi yıkayan ve dolduran
ezgilere kulak kesilmiş durumdayım.
çelik putu, alemdeki bütün büyük ve güçlü gönüllerde
var olan kinlerin, öfkelerin ,umutların imanların aşkların ve
cinnetlerin gücüyle bir anda taşa çaldım.
boş bir şişe gibi imanımın uzun boyu üzerinde ,mabedimin ,
sabahın incecik dalı gibi dağın göğsünden
yükselmiş olan altın minaresini kırdım
susarikincisinde. Mabet kana şimdi sıra
ibadet her zaman kanla, kurbanla iç içe olmuştur
! ismail Bu mukaddes kurban
bak ibrahim'e bir
candan aziz oğlunu aşka kurban ediyor.
.Biçagi çiğer paresinin gırtlağına dayıyor
Bir ömur boyu,sıkıntılar ve umutlarla büyüttüğü
kendi eliyle boğazlıyor.. Aşk her zaman ihlasa susamıştır. .Dertsiz ve
yüreksiz yarı aydınlar
" neden kurban"? diye eleştirirler. Hayret hayret
neden anlamıyorlar.
kan isteyen ,kurban isteyen o değildir
Buna şiddetle ihtiyaç duyan aşığın kendisidir.
sevdiğine hayır hayır
kendisine ve gönlüne
ve imanına şunu göstermek ister;
"ben ismail imi bile sana kurban ederim. kendisinin sevmekte inanmakta
mutlak ! bütün kainatta olmayan ,tabiatın
sahip olmaktan mahrum ve var etmekten aciz olduğu şeye ben sahibim
evet ey iman ,ey aşk onu var ederim
ben artık yokum ; benim artık bir şeyim yok;
; senin hiç bir ortağın yok sen birsin
şeriksizsin ,eşsiz ve benzersizsin her şey sensin
ben yoğum hiçbir şeyim yok
istemiyorum
ben bu dünya adamı değilim .
ben kadın ,para ve makam adamı değilim
murdar dünyanın sofralarına aç değilim
değilim ey aşk ! ufunetli havalara , bu tatsız sulara susamış
ey iman ! Ben imanımı ve aşkımı yaşamakla bile kirletmeyeceğim.
ihlas ihlass
birlik ! birlik !
Bunu nasıl göstersin ? göstermeli ona değil , o zaten biliyor
kendisinide değil kendisi
zaten buluyor. hayır aslında böyle bir tecelliye , böyle gösteriye muhtaçtır
!hem de çok ne kadar lezzet verici bir acıdır
fedakarlık da ne kadar sarhoş edicidir. ne kadar acıklıysa o kadar tatlıdır.
Evet kurban
! aşk susar ,ona kan vermek gerek ! soğur ısıtmak gerekir. ;acıkır
,kurban vermek gerek,aşk kurbanla ,kanla güçlenir,arınır gelişir, temiz
ve lekesiz hale gelir. Kendisinden başka herşeden arınır. ,soyut
,katışıksız,halis ve saf olur.
Şimdi kurban bayramıdır.! Evet doğru söylüyorum.
kelimeler ne anlarki zaten.?! Ne acıklı bir
gece ! can çekişme anları bu sesszi ,uçsuz bucaksız ,kapkara çölde ,bu engin
kapkara gecede kalakaldım. kendimi yeryüzünde yapayalnız buluyorum. o
hüzünlü detlere bulanmış bu
kocaman bomboş gece çadırının altında bu gökkubbenin çatısı altında
yankılanan kendi feryatlarından başka
bir şey işitmeyen ve şöyle inleyen
ihtiyar neler çekiyordu.;
“Bu karanlık gecenin neresine asayım şu yamalı abamı"
kendimi yalnız başına yeryüzünde durup başını göğe kaldırarak acılar
içinde haykıran mezmurların peygamberine ne kadar yakın buluyorum.
“Ben bu yeryüzünde bir garibim, emirlerini benden gizleme”
ben bu korkulu
halvette ,sadece ,bu uzun süren o sadece kendini düşünür. akıllıdır. ! mutluluk uyuşturmuş onu “metronun gelmesinden başka beklediği hiçbir şey yok !” Hayır ,ben ,tufan dalgalarında çırpınan ,korkudan ağzı açılmış gözleri dışarı
fırlamış halde çığlık atarak
sahillerdeki yükü hafif kişileri yardıma çağıran o ihtiyar gibi asla
“ Hey ! insanlar …!”demeyeceğim .Bırak uyusunlar .Ben bu gece deniziyle ,
bu korkunç sessizlik
tufanında kalır, yinede kimsete yardımı çaığırıp inlemem .
milyonlarca nüfuslu bu uğursuz şehirde ,
şu kuleden başka tanıdığım hiç kimse yok…. ne yapayım
en iyisi yazmam thomas wolf doğru söylüyordu.
“yazmak unutmak içindir.. hatırlmakan için değil”
Ne tantanalı bir gece !
sımsıcak olmuş .keşke çabucak sabah olsada beni
bu gecenin elinden kurtarsa ,
bu toplumu güzelim uyku yatağından
kaldırsa